Geçtiğimiz hafta Eko iklim zirvesindeydim. Oldukça kalbalık veoldukça gösterişli bir zirveydi. Ulaşımını bisikletle sağlayan biri olarak, kapısında tuhaf gözlerle karşılanmayan bir yere gideceğimi düşündüm (Ankara’da bir çok işletme hala size uzaylıymışsınız gibi bakıyor). Sonuçta karbon ayak izi sıfıra yakın bir araçla ulaşımı sağlıyordum ve bu zirvede en çok konuşulması gereken şeylerden biridir diye düşünüyordum. Fakat öyle olmadı. Girişte sizi kocaman bir otomobil karşılıyordu. Bisikletliler için ayrılan “yemekhane binasına” bisikletimi koyarken ilk hüsranımı yaşadım. Yoluma devam ettim. Bisikletli Ölümlerine dikkat çekmek için taşıdığım pankartlar vardı yanımda. Niyetim Kent Konseyi oluşumlarından Ankara Bisiklet Meclisi’nin standına bu pankartları da koymaktı. Heyecanla standları gezdim, bisiklet meclisini aradım ama maalesef öyle bir stand yoktu. Bisikletle ilgili 3 stand dikkatimi çekti. Birincisi Türktelekom’un akıllı şehirler kapsamında geliştirdiği bisiklet ve kiralama sistemi, diğeri Konya Büyükşehir Belediyesinin geliştirdiği bisikletli çöp toplama aracı, diğeri de Ankara Büyükşehir Belediyesinin Yıl sonunda Kullanıma sunacağı Elektirikli Bisikletler ve deneme alanı. İklim krizini çözebilmenin en önemli yollarından biri yerel yönetimlerce geliştirilecek karbon izi bırakmayan ulaşım seçenekleridir. Ancak bu ulaşımın doğru bir şekilde anlatılıp yaygınlaştırılmasını sağlayacak da sivil toplum kuruluşlarıdır. Bisikletli ulaşım üstüne çabalayan sivil toplum örgütlerine yer verilmesi, en azından Ankara Bisiklet Meclisine bir stant açılması gerekiyordu. Kaldı ki ben de açılacak diye biliyordum.
Bir de bir bisiklet sürüşü organize edilmişti. Dışişleri Bakan Yardımcısı Faruk Kaymakçı’nın Dış İşleri Bakanlığından ATO (Ankara Ticaret Odası)’ya bisikletiyle geleceği ve bisikletlilerin de kendisiyle sürüş yapacağı bilgisi bende mevcuttu. Ancak arabaların yoğunluğundan bisiklete park yeri bile bulamadığım bir yere neden Bakan eşliğinde toplu sürüş yapılıyordu? Neden sürekli bisiklet süren bir insan bisikletini adeta gizlemek zorunda kalıyordu ama bisikletsever bakanımızın arkasında caddeyi istediğimiz gibi ortayarak sürüyorduk? Bisikletliye değer vermenin, “iklimi çevirme pedal çevir” demenin yolu bu muydu? Üstelik koruma araçları ile birlikte…
Kafamda sorularla standları gezmeye devam ettim. O sırada herkesin “ben de ordaydım” demek için saksılarla oluşturulmuş yapay bir yeşilliğin içinde yapay gülümsemeler savurarak “selfi” çektiği ya da birilerine “bizi çeker misiniz” diyip eline telefonu bir anda tutuşturduğu bir alan vardı. Ortasında kocaman eko iklim yazıyordu. Bir anda pankartlarımla orada fotoğraf çekilmek isteği geldi. Çantadan tek tek pankartları çıkarttım saksıların arasına yerleştirdim. Öyle bir yoğunluk vardı ki pankartlarımla bir türlü fotoğraf çekilemiyordum ama gelenlerin “yeni oluşturduğum arka planı” da alarak fotoğraf çekiliyor olmasını şaşkınlık ve keyifle izliyordum. Baktım kimsenin bu durumdan bir şikayeti yok, ben de seyre başladım. Üstümde “Umut’a Ses Ol” t-shirt’üm, kafamda kaskım… Birileri bana “fotoğrafımızı çeker misiniz dediğinde “zevkle” diyip kadrajıma pankartlarımı yerleştiriyor öyle çekiyordum. Bir miktar ilgili gözlerle bakanlara, sevgi dolu yaklaşıp bu pankartların neden burada olduğunu anlatıyordum. Bazen de ellerine pankartlardan birini alıp fotoğraf çekilenler de oluyordu. Onlar en kıymetlileriydi. Farkındalığı yüksek bir kaç kişi “burayı siz bu hale getirdiniz di mi? Çok iyi yapmışsınız! Buradaki tek gerçek şey bu” gibi tepkiler veriyordu. Fotoğraf çekilirken “bunları indirsem, sonra yine yerine koyarım” diyenler de vardı ve bir de en can sıkıcıları “bunların burada ne işi var” diyenler tabi..
“Burada ölen bazı arkadaşlarımızın,fotoğrafı var. Kimi 19 yaşındaydı kimi 13 kimi 45…" diyor kendi iç sesim... ve bir miktar kendi iç sessizliğim..
İlk gün akşam oldu. Bisikletimi parkettiğim yerde buldum. İnanılmaz trafik hala devam ediyordu. ikinci gün öğleden sonra yine gittim. “Standım” olmuştu artık orası. Sosyal medayada orada olduğumu görenler “bugün de oradaysan yanına gelmek istiyoruz” diyorlardı. Milyonlar verip stand kiralasam bu kadar ziyaretçim olmazdı herhalde diye düşündüm. Ertesi gün Daha bir kendime güvenerek açtım pankartlarımı.. Burası benim, ben işgal ettim diyordum gururla. Gün sonuna yaklaşmıştık. Beklenen cümle geç olsa da geldi. “Buraya bunları koymak için izin aldınız mı” dediler. Sivil giyimli bu beylere kim olduklarını sordum, “güvenlik” olduklarını söylediler. “Standımı” kaldırmamı rica ettiler. Zaten “eko-iklim” zirvesi de bitmişti. Son fotoğraf çekilenleri de bekledim ve pankartlarımı kaldırdım. Hayatımın en yavaş işini yaptığımı söyleyebilirim.
Eve dönerken kuş gibi hissediyordum kendimi. Sanki zirveyi organize etmiş kadar mutluydum. Benimkisi bir sızıntı hikayesiydi.. ”Acaba kaç kişi orada çektiği fotoğraflara evinde bakarken arkalarında duran “Ses ver Soluk Olsun Bisikletli Ölümlerine Dur De!” Bisikleti Farket, Yaşamak İstiyorum, gibi yazıları farketmiştir ya da ölen arkadaşlarımızın fotoğrafını görmüştür? Neler geçmiştir akıllarından?
Ben Burçin Tarhan 9 yıldır işime alışverişe bisikletle gidip geliyorum. Pedallayan Kadınlar Platformu kurucusuyum. İnsanlara bisiklet kullanmaya teşvik ediyorum. Bisiklet sürüş eğitimleri veriyorum. Peki bir çok arkadaşımızı yollarda bisiklet üstünde öldüğünü düşünürsek, iklim krizine karşı mücadele edebilmemiz için biz nasıl bisiklet süreceğiz?
Her gün işime bisikletimle gidiyorum ve bugün de eve sağsalim döndüm diye şükrederken nasıl bisiklet süren insanları çoğaltıp dünyayı yeşerteceğiz?
Şimdi buyrun, arabalarınızın rahat koltuklarında kaygısızca ilerleyip, “karbon ayak izi” kavramını dilinizden düşürmeyerek eko iklim zirvesini önümüzdeki yıllarda nasıl yapılacağını tartışabilirsiniz.
0 İLETİ
SORUNUZU GÖNDERİNİZ